Hz. Peygamber ve Muhacirler, dinlerini korumak ve canlarını kurtarmak amacıyla beş yıl önce terk ettikleri vatanlarını çok özlüyor, çeşitli ayetlerde de vurgulandığı gibi tevhide dayalı ilahi dinin yeryüzündeki mabedi olan Kâbe’yi ziyaret etme arzusuyla yanıp tutuşuyorlardı. Nihayet Rasûl i Ekrem rüyasında Kâbe’yi tavaf ettiğini görünce Mekke-i Mükerreme’ye gitmeye ve umre ziyareti yapmaya karar verdi; ashabına da umre için hazırlanmalarını emretti. Abdullah b. Ümmü Mektûm’u namaz kıldırmak, Nümeyle b. Abdullah el-Leysî’yi de şehri idare etmek üzere vekil bırakıp Zilkade 6 (Mart 628) tarihinde 1400-1500 sahabe ile birlikte Medine’den Mekke’ye doğru yola çıktı. Müslümanlar umreye niyet edip ihramlarını giymiş ve yanlarına yetmiş adet kurbanlık deve almışlardı; barışçı amaç taşıdıkları için de yanlarında savaş teçhizatı olmaksızın yolcu kılıcı bulunduruyorlardı. Hz. Peygamber ve beraberindekiler Mekke’ye 17 km. uzaklıktaki Hudeybiye’de konakladı. Müslümanların geldiğinden haberdar olan Kureyşliler, niyetlerinin savaş değil Kâbe’yi ziyaret olduğunu bildikleri halde kendilerine engel olmak maksadıyla Hâlid b. Velîd’in kumandası altında 200 kişilik bir süvari birliğini bölgeye sevketti. Hz. Peygamber de geliş amacını anlatmak üzere Kureyşliler’e Hırâş b. Ümeyye’yi elçi olarak gönderdi. Ancak elçi çok kötü bir şekilde karşılandı; hatta öldürülmek istendi. Bunun üzerine Hz. Peygamber başta Ebû Süfyân olmak üzere Kureyşliler arasında birçok akrabası bulunan Hz. Osman’ı elçi olarak gönderdi. Mekke’de Ebân b. Saîd b. Âs’ın himayesine giren Osman, amaçlarının savaşmak değil, sadece umre ziyareti yapmak olduğunu belirtti. Kureyşliler Osman’a, Müslümanların Mekke’ye girmelerine izin vermeyeceklerini ancak isterse kendisinin Kâbe’yi tavaf edebileceğini söylediler. Osman “Hz. Peygamber tavaf etmeden ben asla tavaf etmem” diyerek bu teklifi reddedince onu tutukladılar. Bu gelişme, Rasûlullah’a, Osman’ın öldürüldüğü şeklinde ulaştı. Habere son derece üzülen Rasûl-i Ekrem, müşriklerle kanlarının son damlasına kadar savaşacaklarına dair ashabından biat aldı. Bu biata Fetih suresinde belirtildiği üzere (el-Fetih 48/18) Allah’ın razı olduğu biat anlamında Bey‘atürrıdvan, “semure” denilen bir çeşit çöl ağacının altında yapıldığı için Bey‘atü’ş-şecere, biat eden sahabelere de Ashâbü’ş-şecere (Ağaç altında biat edenler) adı verilmiştir. Kureyşliler, Müslümanların Hz. Muhammed (sav)’e bağlılıklarını ve onun emriyle ölümü göze alacaklarını ortaya koyan kararlılıklarını öğrenince telaşa kapıldılar. Önce Hz. Osman’ı serbest bıraktılar, sonra da Süheyl b. Amr başkanlığında bir heyeti barış yapmak üzere Hz. Peygamber’e gönderdiler. Yapılan müzakerelerden sonra Hz. Ali’nin kaleme aldığı barış antlaşması metni Hz. Peygamber ve Süheyl b. Amr tarafından imzalandı. Antlaşmaya Müslümanlardan Hz. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Abdurrahman b. Avf, Sa‘d b. Ebû Vakkâs, Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve Muhammed b. Mesleme, müşriklerden de Süheyl b. Amr’a refakat eden Mikrez b. Hafs ile Huveytıb b. Abdüluzza şahitlik ettiler. Kureyş’in birçok isteğinin kabul edildiği söz konusu antlaşmaya göre Müslümanlar o yıl Mekke’ye girmeksizin geri dönecekler, umre için ertesi yıl gelecek ve şehirde üç gün kalabileceklerdi. Mekkeli biri Medine’ye kaçarsa iade edilecek, Medine’den Mekke’ye kaçanlarsa iade edilmeyecekti. Barış on yıl sürecek, taraflardan biri bu ittifaka dahil olmayan herhangi bir kabile ile savaşa girerse diğeri pasif kalacak, her iki taraf da hâkimiyeti altındaki toprakları ticaret kervanlarının geçişi, hac ve umre için emniyet altında tutacaktı. Diğer Arap kabileleri taraflardan istedikleriyle ittifak yapabilecek, bu şartlara tarafların dışında kendileriyle müttefik olan kabileler de uyacaktı. İlk bakışta Müslümanların aleyhine görünen bu antlaşmaya Hz. Ömer başta olmak üzere sahabeler tepki göstermekle birlikte Rasûlullah anlaşma şartlarını kabul ettiğini söyleyince herkes bağlılığını bildirdi. Hudeybiye’de on iki veya yirmi gün kalan Hz. Peygamber ve ashabı, antlaşmanın imzalanmasından sonra umre niyetiyle geldikleri için kurbanlarını keserek ihramdan çıktılar ve Medine’ye döndüler.
Hz. Peygamber “ahde vefa” gereği antlaşma şartlarına uymaya özen göstermiştir. Mesela, Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebû Cendel, Müslümanlığı kabul ettiği için babası tarafından zincire vurulmuştu ve birkaç yıldır hapiste tutuluyordu. Hudeybiye’de müzakereler tamamlanıp yazılı metin imzaya hazır hale getirildiği sırada Mekke’den kaçarak zincirleri sürüye sürüye Hudeybiye’ye geldi ve Müslümanlara sığındı. Süheyl b. Amr’ın iade isteğine karşılık Hz. Peygamber henüz antlaşmanın imzalanmadığını ileri sürdüyse de Suheyl, oğlu iade edilmediği takdirde antlaşmayı imzalamayacağını söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Ebû Cendel’i iade etmek zorunda kaldı. Oğluna işkence etmeyeceğine söz verdiği halde Süheyl’in, Müslümanların gözü önünde Ebû Cendel’i sürükleyerek götürmeye başlaması Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara çok ağır geldi. Bu üzücü olay hafızalarda “Yevmü Ebî Cendel” (Ebû Cendel günü) adıyla acı bir hatıra olarak kaldı. Öte yandan Hz. Peygamber aynı günlerde kendisine sığınan iki kadını antlaşmada sadece erkek mültecilerden söz edildiğini belirterek geri vermemiş ve Kureyş de bunu kabul etmek zorunda kalmıştır. Hz. Peygamber, Medine’ye döndükten sonra Müslüman olduğu için Mekke’de müşrikler tarafından tutuklu bulunan Ebû Basîr kaçarak Medine’ye geldi ve Müslümanlara sığındı. Kureyşliler iki muhafız göndererek antlaşma gereğince Ebû Basîr’in iadesi talebinde bulundular. Ebû Basîr düşmana teslim edilmemesi için direndiyse de Hz. Peygamber iade etmek zorunda olduğunu belirtti ve Allah’ın kendisine ve onun durumundaki çaresiz Müslümanlara bir çıkış yolu göstereceğini söyleyerek sabır tavsiye etti. Ebû Basîr yolda muhafızlardan kurtulmayı başararak Medine’ye döndü; ancak tekrar Kureyş’e teslim edileceğinden korktuğu için buradan ayrılarak Mekke-Suriye ticaret yolu üzerindeki Îs veya Sîfülbahr mevkiine yerleşti. Başta Ebu Cendel olmak üzere kendisi gibi Mekke’den kaçıp antlaşma uyarınca Medine’ye giremeyen yeni Müslümanlar da ona katıldılar. Zamanla sayıları yetmişe veya üç yüze ulaşan bu Müslümanlar Kureyş’e ait ticaret kervanlarını tehdit etmeye başladılar. Bunun üzerine Kureyş, İslamiyeti kabul ederek Medine’ye sığınan Mekkelilerin iade edilmesi şartının kaldırılmasını istedi. Hz. Peygamber, Ebû Basîr ve arkadaşlarına mektup göndererek Medine’ye gelmelerini emretti. Ancak mektup ulaştığında Ebû Basîr ölüm döşeğindeydi, az sonra da vefat etti. Ebû Cendel ve arkadaşları Ebû Basîr’ı bulundukları yerde defnettiler ve kabrinin yanına bir mescid yaptılar. Daha sonra da Medine’ye gittiler.
Hudeybiye Antlaşması İslam tarihinde bir dönüm noktası teşkil eder. Hz. Peygamber’in hedefi Hendek Gazvesi’nde Medine’yi muhasara eden düşman ittifakını parçalamaktı. Nitekim bu antlaşma ile Kureyş’in Hayber Yahudileri ve Gatafân kabilesine karşı tarafsızlığı sağlanmış, Hudeybiye dönüşünde Hayber üzerine yürüme imkânı elde edilmiştir. Diğer taraftan Kureyş’in Müslümanlara karşı fiilî düşmanlığı sona ermiş, o güne kadar Müslümanları tanımayan, onları muhatap saymayan Kureyşli müşrikler bu antlaşma ile Müslümanları kendileriyle denk bir taraf olarak kabul etmiş oldular. Bu sonuç hem müşrik kabilelerin hem de Müslüman olan kabilelerin Hz. Peygamber’le temas kurmalarını kolaylaştırmış, İslam davetinin kendilerine kolayca ulaşmasını sağlamıştır. Nitekim İslamiyet bu tarihten sonra Arap yarımadasında hızla yayıldı; öyle ki Hudeybiye antlaşmasından Mekke’nin fethine kadar geçen iki yıl içinde Müslüman olanların sayısı, önceki on sekiz yıl içinde ulaşılan sayıyı aştı. Ayrıca çevre ülkelerin devlet başkanlarına İslamiyet’e davet mektupları göndermek mümkün hale geldi. Önceleri benimsenmeyen Hudeybiye Antlaşması aslında Hz. Peygamber’in Kur’ân ile de teyid edilen en büyük siyasi zaferi idi. Bu münasebetle nazil olan, Kur’ân ı Kerîm’in 48. suresi “el-Feth” adını almış ve sözü edilen antlaşma “feth-i mübîn” (apaçık bir fetih) ve “nasr-ı azîz” (şanlı bir zafer) diye nitelendirilmiştir (el-Feth 48/1, 3). Rasûl-i Ekrem bir yıl sonra Mekke’ye gelip ashabıyla birlikte umresini kazâ etmiş, bu umreye Umretü’l-kazâ adı verilmiştir.