وَالْعَادِيَاتِ ضَبْحًا
Vel âdiyâti dabhâ(dabhan).
And olsun Allah yolunda koştukça koşanlara;
|
فَالْمُورِيَاتِ قَدْحًا
Fel mûriyâti kadhâ(kadhan).
And olsun kıvılcımlar saçanlara;
|
فَالْمُغِيرَاتِ صُبْحًا
Fel mugîrâti subhâ(subhan).
Sabah sabah akına çıkanlara;
|
فَأَثَرْنَ بِهِ نَقْعًا
Fe eserne bihî nak’â(nak’en).
Ve tozu dumana katanlara;
|
فَوَسَطْنَ بِهِ جَمْعًا
Fe vesatne bihî cem’â(cem’an).
Düşman topluluğunun içine dalanlara ki:
|
إِنَّ الْإِنسَانَ لِرَبِّهِ لَكَنُودٌ
İnnel insâne li rabbihî le kenûd(kenûdun).
İnsan gerçekten Rabbine karşı pek nankördür.
|
وَإِنَّهُ عَلَى ذَلِكَ لَشَهِيدٌ
Ve innehu alâ zâlike le şehîd(şehîdun).
Doğrusu kendisi de bunların hepsine şahittir.
|
وَإِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَدِيدٌ
Ve innehu li hubbil hayri le şedîd(şedîdun).
Gerçekten mala da pek düşkündür.
|
أَفَلَا يَعْلَمُ إِذَا بُعْثِرَ مَا فِي الْقُبُورِ
E fe lâ ya’lemu izâ bu’siramâ fîl kubûr(kubûri).
9,10. İnsan, kabirlerde bulunanların çıkarılacağı ve kalblerde olanların ortaya konulacağı bir zamanın geleceğini bilmez mi?
|
وَحُصِّلَ مَا فِي الصُّدُورِ
Ve hussıle mâ fîs sudûr(sudûri).
9,10. İnsan, kabirlerde bulunanların çıkarılacağı ve kalblerde olanların ortaya konulacağı bir zamanın geleceğini bilmez mi?
|
إِنَّ رَبَّهُم بِهِمْ يَوْمَئِذٍ لَّخَبِيرٌ
İnne rabbehum bihim yevme izin le habîr(habîrun).
Doğrusu Rableri o gün onların her şeyinden haberdardır.
|