لَا أُقْسِمُ بِهَذَا الْبَلَدِ
Lâ uksimu bi hâzel beled(beledi).
1,2. Bu şehre (Mekke'ye) yemin ederim; ki sen bu şehirde oturmuşsun.
|
وَأَنتَ حِلٌّ بِهَذَا الْبَلَدِ
Ve ente hıllun bi hâzel beled(beledi).
1,2. Bu şehre (Mekke'ye) yemin ederim; ki sen bu şehirde oturmuşsun.
|
وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَ
Ve vâlidin ve mâ veled(velede).
Doğurana ve doğurduğuna and olsun ki;
|
لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ
Lekad halaknel insâne fî kebed(kebedin).
İnsanoğlunu, zorluklara katlanacak şekilde yarattık.
|
أَيَحْسَبُ أَن لَّن يَقْدِرَ عَلَيْهِ أَحَدٌ
E yahsebu en len yakdira aleyhi ehad(ehadun).
İnsanoğlu, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
|
يَقُولُ أَهْلَكْتُ مَالًا لُّبَدًا
Yekûlu ehlektu mâlen lubedâ(lubeden).
"Yığın yığın mal tüketmişimdir" diyor.
|
أَيَحْسَبُ أَن لَّمْ يَرَهُ أَحَدٌ
E yahsebu en lem yerahû ehad(ehadun).
O, kimsenin kendisini görmediğini mi zannediyor?
|
أَلَمْ نَجْعَل لَّهُ عَيْنَيْنِ
E lem nec’al lehu ayneyn(ayneyni).
8,9. Biz onun için iki göz, bir dil ve iki dudak var etmedik mi?
|
وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ
Ve lisânen ve şefeteyn(şefeteyni).
8,9. Biz onun için iki göz, bir dil ve iki dudak var etmedik mi?
|
وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ
Ve hedeynâhun necdeyn(necdeyni).
Biz ona eğri ve doğru iki yolu da göstermedik mi?
|
فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ
Fe laktehamel akabete.
Ama o, zor geçidi aşmaya girişemedi.
|
وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ
Ve mâ edrâke mel akabeh(akabetu).
O zor geçidin ne olduğunu sen bilir misin?
|
فَكُّ رَقَبَةٍ
Fekku rekabetin.
O geçit, bir köle ve esir azadetmek,
|
أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ
Ev ıt’âmun fî yevmin zî mesgabeh(mesgabetin).
14,15,16. Yahut, açlık gününde, yakını olan bir öksüzü, yahut toprağa serilmiş bir yoksulu doyurmaktır.
|
يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ
Yetîmen zâ makrabeh(makrabetin).
14,15,16. Yahut, açlık gününde, yakını olan bir öksüzü, yahut toprağa serilmiş bir yoksulu doyurmaktır.
|
أَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ
Ev miskînen zâ metrabeh(metrabetin).
14,15,16. Yahut, açlık gününde, yakını olan bir öksüzü, yahut toprağa serilmiş bir yoksulu doyurmaktır.
|
ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ
Summe kâne minellezîne âmenû ve tevâsav bis sabri ve tevâsav bil merhame(merhameti).
Sonra, inanıp birbirlerine sabır tavsiye edenlerden, merhametlilerden olmayı tavsiye edenlerden olmaktır.
|
أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ
Ulâike ashâbul meymeneh(meymeneti).
İşte bunlar amel defterleri sağdan verilenlerdir.
|
وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِنَا هُمْ أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ
Vellezîne keferû bi âyâtinâ hum ashâbul meş’emeh(meş’emeti).
Ayetlerimizi inkar edenler, işte onlar amel defterleri sollarından verilenlerdir.
|
عَلَيْهِمْ نَارٌ مُّؤْصَدَةٌ
Aleyhim nârun mu’sadeh(mu’sadetun).
Onlar her yönden ateşle kapatılacaklardır.*
|