إِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ
İzeş şemsu kuvviret.
Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman;
|
وَإِذَا النُّجُومُ انكَدَرَتْ
Ve izen nucûmun kederet.
Yıldızlar düşüp, söndüğü zaman;
|
وَإِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ
Ve izelcibâlu suyyiret.
3,4. Doğurması yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman;
|
وَإِذَا الْعِشَارُ عُطِّلَتْ
Ve izel ışâru uttılet.
3,4. Doğurması yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman;
|
وَإِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْ
Ve izel vuhûşu huşiret.
Yabani hayvanlar bir araya toplatıldığı zaman;
|
وَإِذَا الْبِحَارُ سُجِّرَتْ
Ve izel bihâru succiret.
Denizler kaynaştırıldığı zaman;
|
وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ
Ve izen nufûsu zuvvicet.
Canlar bedenlerle birleştirildiği zaman;
|
وَإِذَا الْمَوْؤُودَةُ سُئِلَتْ
Ve izel mev’udetu suilet.
8,9. Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman;
|
بِأَيِّ ذَنبٍ قُتِلَتْ
Bi eyyi zenbin kutilet.
8,9. Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman;
|
وَإِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ
Ve izes suhufu nuşiret.
Amel defterleri açıldığı zaman;
|
وَإِذَا السَّمَاء كُشِطَتْ
Ve izes semâu kuşitat.
Gök yerinden oynatıldığı zaman;
|
وَإِذَا الْجَحِيمُ سُعِّرَتْ
Ve izel cahîmu su’ıret.
Cehennem alevlendirildiği zaman;
|
وَإِذَا الْجَنَّةُ أُزْلِفَتْ
Ve izel cennetu uzlifet.
Cennet yaklaştırıldığı zaman;
|
عَلِمَتْ نَفْسٌ مَّا أَحْضَرَتْ
Alimet nefsün mâ ahdaret.
İnsanoğlu önceden ne hazırladığını görecektir.
|
فَلَا أُقْسِمُ بِالْخُنَّسِ
Fe lâ uksimu bil hunnes(hunnesi).
15,16. Gündüz sinip geceleri gözüken gezegenlere and olsun;
|
الْجَوَارِ الْكُنَّسِ
El cevâril kunnes(kunnesi).
15,16. Gündüz sinip geceleri gözüken gezegenlere and olsun;
|
وَاللَّيْلِ إِذَا عَسْعَسَ
Vel leyli izâ as’as(as’ase).
Kararmaya başlayan geceye and olsun;
|
وَالصُّبْحِ إِذَا تَنَفَّسَ
Ves subhı izâ teneffes(teneffese).
Ağarmaya başlayan sabaha and olsun ki,
|
إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ
İnnehu le kavlu resûlin kerîm(kerîmin).
19,20,21. Bu Kuran, arşın sahibi katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir elçinin getirdiği sözdür.
|
ذِي قُوَّةٍ عِندَ ذِي الْعَرْشِ مَكِينٍ
Zî kuvvetin ınde zil arşi mekîn(mekînin).
19,20,21. Bu Kuran, arşın sahibi katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir elçinin getirdiği sözdür.
|
مُطَاعٍ ثَمَّ أَمِينٍ
Mutâın semme emîn(emînin).
19,20,21. Bu Kuran, arşın sahibi katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir elçinin getirdiği sözdür.
|
وَمَا صَاحِبُكُم بِمَجْنُونٍ
Ve mâ sâhıbukum bi mecnûn(mecnûnin).
Arkadaşınız (Muhammed) asla deli değildir.
|
وَلَقَدْ رَآهُ بِالْأُفُقِ الْمُبِينِ
Ve lekad reâhu bil ufukıl mubîn(mubîni).
And olsun ki, o, Cebrail'i apaçık ufukta görmüştür.
|
وَمَا هُوَ عَلَى الْغَيْبِ بِضَنِينٍ
Ve mâ huve alel gaybi bi danîn(danînin).
Peygamber, görülmeyenler hakkında söylediklerinden ötürü töhmet altında tutulamaz.
|
وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ
Ve mâ huve bi kavli şeytânin recîm(recîmin).
Bu Kuran, kovulmuş şeytanın sözü olamaz.
|
فَأَيْنَ تَذْهَبُونَ
Fe eyne tezhebûn(tezhebûne).
Nereye gidiyorsunuz?
|
إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ
İn huve illâ zikrun lil âlemîn(âlemîne).
27,28. Kuran, ancak aranızda doğru yola girmeyi dileyene ve alemlere bir öğüttür.
|
لِمَن شَاء مِنكُمْ أَن يَسْتَقِيمَ
Li men şâe minkum en yestekîm(yestekîme).
27,28. Kuran, ancak aranızda doğru yola girmeyi dileyene ve alemlere bir öğüttür.
|
وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Ve mâ teşâûne illâ en yeşâallâhu rabbul âlemîn(âlemîne).
Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler bir şey dileyemezsiniz.*
|