وَالْمُرْسَلَاتِ عُرْفًا
Vel murselâti urfâ(urfen).
1,2,3,4,5,6,7. Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır.
|
فَالْعَاصِفَاتِ عَصْفًا
Fel âsıfâti asfâ(asfen).
1,2,3,4,5,6,7. Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır.
|
وَالنَّاشِرَاتِ نَشْرًا
Vennâşirâti neşren.
1,2,3,4,5,6,7. Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır.
|
فَالْفَارِقَاتِ فَرْقًا
Fel fârikâti ferkâ(ferkan).
1,2,3,4,5,6,7. Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır.
|
فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًا
Fel mulkıyâti zikrâ(zikren).
1,2,3,4,5,6,7. Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır.
|
عُذْرًا أَوْ نُذْرًا
Uzren ev nuzrâ(nuzren).
1,2,3,4,5,6,7. Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır.
|
إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَوَاقِعٌ
İnnemâ tûadûne levâkı’(levâkıun).
1,2,3,4,5,6,7. Birbiri ardından gönderilenlere ve görevlerine koştukça koşanlara, Allah'ın buyruklarını yaydıkça yayanlara ve hak ile batılın arasını ayırdıkça ayıranlara, kötülüğü önlemek veya uyarmak için vahiy getiren meleklere and olsun ki, size söz verilen kıyamet şüphesiz kopacaktır.
|
فَإِذَا النُّجُومُ طُمِسَتْ
Fe izen nucûmu tumiset.
Yıldızların ışığı giderildiği zaman,
|
وَإِذَا السَّمَاء فُرِجَتْ
Ve izes semâu furicet.
Gök yarıldığı zaman,
|
وَإِذَا الْجِبَالُ نُسِفَتْ
Ve izel cibâlu nusifet.
Dağlar pamuk gibi atıldığı zaman,
|
وَإِذَا الرُّسُلُ أُقِّتَتْ
Ve izer rusulu ukkıtet.
Peygamberlere ümmetleri hakkında şahidlik vakitleri bildirildiği zaman;
|
لِأَيِّ يَوْمٍ أُجِّلَتْ
Li eyyi yevmin uccilet.
Bu, hangi güne bırakılmıştı?
|
لِيَوْمِ الْفَصْلِ
Li yevmil fasl(fasli).
Hüküm gününe bırakılmıştı.
|
وَمَا أَدْرَاكَ مَا يَوْمُ الْفَصْلِ
Ve mâ edrâke mâ yevmul fasl(fasli).
Hüküm gününün ne olduğunu sen nerden bilirsin?
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
O gün yalanlamış olanların vay haline!
|
أَلَمْ نُهْلِكِ الْأَوَّلِينَ
E lem nuhlikil evvelîn(evvelîne).
16,17. Öncekileri yok etmedik mi? Ardından, sonrakileri de onlara katarız.
|
ثُمَّ نُتْبِعُهُمُ الْآخِرِينَ
Summe nutbiuhumul âhırîn(âhırîne).
16,17. Öncekileri yok etmedik mi? Ardından, sonrakileri de onlara katarız.
|
كَذَلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِمِينَ
Kezâlike nef’alu bil mucrimîn(mucrimîne).
Suçlulara böyle yaparız.
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
O gün, yalanlamış olanların vay haline!.
|
أَلَمْ نَخْلُقكُّم مِّن مَّاء مَّهِينٍ
E lem nahlukkum min mâin mehîn(mehînin).
20,21,22. Sizi bayağı bir sudan yaratıp onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi?
|
فَجَعَلْنَاهُ فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ
Fe cealnâhu fî karârin mekîn(mekînin).
20,21,22. Sizi bayağı bir sudan yaratıp onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi?
|
إِلَى قَدَرٍ مَّعْلُومٍ
İlâ kaderin ma’lûm(ma’lûmin).
20,21,22. Sizi bayağı bir sudan yaratıp onu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi?
|
فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ
Fe kadernâ fe ni’mel kâdirûn(kâdirûne).
Buna gücümüz yeter; Biz ne güzel güç yetireniz!
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
O gün yalanlamış olanların vay haline!
|
أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ كِفَاتًا
E lem nec’alil arda kifâtâ(kifâten).
25,26. Biz yeryüzünü, dirilerin ve ölülerin toplantı yeri yapmadık mı?
|
أَحْيَاء وَأَمْوَاتًا
Ahyâen ve emvâtâ(emvâten).
25,26. Biz yeryüzünü, dirilerin ve ölülerin toplantı yeri yapmadık mı?
|
وَجَعَلْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ شَامِخَاتٍ وَأَسْقَيْنَاكُم مَّاء فُرَاتًا
Ve cealnâ fîhâ revâsiye şâmihâtin ve eskaynâkum mâen furâtâ(furâten).
Orada yüksek yüksek sabit dağlar var edip size tatlı sular içirmedik mi?
|
وَيْلٌ يوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
Yalanlamış olanların vay o gün haline!
|
انطَلِقُوا إِلَى مَا كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ
İntalikû ilâ mâ kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
İnkarcılara o gün şöyle denir: "yalanlayıp durduğunuz şeye gidin;"
|
انطَلِقُوا إِلَى ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ
İntalikû ilâ zıllin zî selâsi şuâb(şuâbin).
30,31. "gölge yapmayan ve ateşten de korumayan cehennem dumanının üç kollu gölgesine gidin."
|
لَا ظَلِيلٍ وَلَا يُغْنِي مِنَ اللَّهَبِ
Lâ zalîlin ve lâ yugnî minel leheb(lehebi).
30,31. "gölge yapmayan ve ateşten de korumayan cehennem dumanının üç kollu gölgesine gidin."
|
إِنَّهَا تَرْمِي بِشَرَرٍ كَالْقَصْرِ
İnnehâ termî bi şerarin kel kasr(kasri).
32,33. O gölgenin saçtığı her bir kıvılcım sanki birer sarı devedir, konak gibi de büyüktür.
|
كَأَنَّهُ جِمَالَتٌ صُفْرٌ
Ke ennehu cimâletun sufr(sufrun).
32,33. O gölgenin saçtığı her bir kıvılcım sanki birer sarı devedir, konak gibi de büyüktür.
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
Yalanlamış olanların o gün vay haline!
|
هَذَا يَوْمُ لَا يَنطِقُونَ
Hâzâ yevmu lâ yentıkûn(yentıkûne).
Bu, onların konuşamayacakları gündür.
|
وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ
Ve lâ yu’zenu lehum fe ya’tezirûn(ya’tezirûne).
Onlara izin de verilmez ki özür beyan etsinler.
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
Yalanlamış olanların o gün vay haline!
|
هَذَا يَوْمُ الْفَصْلِ جَمَعْنَاكُمْ وَالْأَوَّلِينَ
Hâzâ yevmul fasl(fasli), cema’nâkum vel evvelîn(evvelîne).
"Bu, sizleri ve öncekileri topladığımız hüküm günüdür."
|
فَإِن كَانَ لَكُمْ كَيْدٌ فَكِيدُونِ
Fe in kâne lekum keydun fe kîdûn(kîdûni).
"Eğer bir düzeniniz varsa Bana kurun."
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
Yalanlamış olanların o gün vay haline!.*
|
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي ظِلَالٍ وَعُيُونٍ
İnnel muttekîne fî zılâlin ve uyûn(uyûnin).
Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlar, elbette gölgeliklerde ve pınar başlarındadırlar.
|
وَفَوَاكِهَ مِمَّا يَشْتَهُونَ
Ve fevâkihe mimmâ yeştehûn(yeştehûne).
Canlarının istediği meyveler arasındadırlar.
|
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
Kulû veşrebû henîen bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Onlara denir ki: "İşlediklerinize karşılık afiyetle yiyiniz, içiniz."
|
إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنينَ
İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Biz, iyi davrananlara işte böyle karşılık veririz.
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
O gün yalanlamış olanların vay haline
|
كُلُوا وَتَمَتَّعُوا قَلِيلًا إِنَّكُم مُّجْرِمُونَ
Kulû ve temetteû kalîlen innekum mucrimûn(mucrimûne).
Yiyiniz, biraz zevkleniniz bakalım, doğrusu sizler suçlularsınız.
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
O gün yalanlamış olanların vay haline!
|
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ارْكَعُوا لَا يَرْكَعُونَ
Ve izâ kîle lehumurkeû lâ yerkeûn(yerkeûne).
Onlara "Rüku edin" denildiğinde rükua varmazlar.
|
وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ
Veylun yevmeizin lil mukezzibîn(mukezzibîne).
O gün yalanlamış olanların vay haline!
|
فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ
Fe bi eyyi hadîsin ba’dehu yu’minûn(yu’minûne).
Kuran'dan başka hangi söze inanacaklar?*
|