وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا
Ven nâziâti garkâ(garkan).
Canları boğarcasına şiddetle çekip alanlara and olsun,
|
وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا
Ven nâşitâti neştâ(neştan).
Canları kolaylıkla alanlara and olsun,
|
وَالسَّابِحَاتِ سَبْحًا
Ves sâbihâti sebhâ(sebhan).
Yüzüp yüzüp gidenlere and olsun,
|
فَالسَّابِقَاتِ سَبْقًا
Fes sâbikâti sebkâ(sebkan).
4,5. Yarıştıkça yarışan ve işleri yöneten meleklere and olsun
|
فَالْمُدَبِّرَاتِ أَمْرًا
Fel mudebbirâti emrâ(emren).
4,5. Yarıştıkça yarışan ve işleri yöneten meleklere and olsun
|
يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُ
Yevme tercufur râcifeh(râcifetu).
O gün bir sarsıntı sarsar.
|
تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُ
Tetbeuher râdifeh(râdifetu).
Peşinden bir diğeri gelir.
|
قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌ
Kulûbun yevmeizin vâcifeh(vâcifetun).
O gün kalbler titrer.
|
أَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌ
Ebsâruhâ hâşiah(hâşiatun).
İnsanların gözleri yere döner.
|
يَقُولُونَ أَئِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِ
Yekûlûne e innâ le merdûdûne fîl hâfireh(hâfireti).
Derler ki: "Biz eski halimize mi döndürüleceğiz?"
|
أَئِذَا كُنَّا عِظَامًا نَّخِرَةً
E izâ kunnâ izâmen nahıreh(nahıreten).
"Ufalanmış kemik olduğumuz zaman mı?"
|
قَالُوا تِلْكَ إِذًا كَرَّةٌ خَاسِرَةٌ
Kâlû tilke izen kerretun hâsireh(hâsiretun).
Derler ki: "O takdirde bu zararına bir dönüştür."
|
فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ
Fe innemâ hiye zecretun vâhıdeh(vâhıdetun).
Doğrusu bir tek çığlık yetecektir.
|
فَإِذَا هُم بِالسَّاهِرَةِ
Fe izâ hum bis sâhireh(sâhireti).
Hepsi hemen bir düzlüğe dökülecektir.
|
هَلْ أتَاكَ حَدِيثُ مُوسَى
Hel etâke hadîsu mûsâ.
Musa'nın başından geçen olay sana geldi mi?
|
إِذْ نَادَاهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى
İz nâdâhu rabbuhu bil vâdil mukaddesi tuvâ(tuven).
Tuva'da, kutsal bir vadide, Rabbi ona şöyle hitap etmişti:
|
اذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى
İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
"Firavun'a git; doğrusu o azmıştır."
|
فَقُلْ هَل لَّكَ إِلَى أَن تَزَكَّى
Fe kul hel leke ilâ en tezekkâ.
"Ona de ki: Arınmağa niyetin var mı?"
|
وَأَهْدِيَكَ إِلَى رَبِّكَ فَتَخْشَى
Ve ehdiyeke ilâ rabbike fe tahşâ.
"Rabbine giden yolu göstereyim ki O'na saygı duyup korkasın."
|
فَأَرَاهُ الْآيَةَ الْكُبْرَى
Fe erâhul âyetel kubrâ.
Bunun üzerine ona en büyük mucizeyi gösterdi.
|
فَكَذَّبَ وَعَصَى
Fe kezzebe ve asâ.
Ama Firavun yalanladı ve baş kaldırdı.
|
ثُمَّ أَدْبَرَ يَسْعَى
Summe edbere yes’â.
Geri dönüp yürüdü.
|
فَحَشَرَ فَنَادَى
Fehaşere fe nâdâ.
Adamlarını toplayıp seslendi:
|
فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى
Fe kâle ene rabbukumul a’lâ.
"Sizin en yüce rabbiniz benim" dedi.
|
فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَى
Fe ehazehullâhu nekâlel âhıreti vel ûlâ.
Allah bunun üzerine onu dünya ve ahiret azabına uğrattı.
|
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لِّمَن يَخْشَى
İnne fî zâlike le ıbreten li men yahşâ.
Doğrusu bunda Allah'tan korkan kimseye ders vardır.*
|
أَأَنتُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمِ السَّمَاء بَنَاهَا
E entum eşeddu halkan emis semâ’(semâu), benâhâ.
27,28. Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Ki onu Allah bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir.
|
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوَّاهَا
Refea semkehâ fe sevvâhâ.
27,28. Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Ki onu Allah bina edip yükseltmiş ve ona şekil vermiştir.
|
وَأَغْطَشَ لَيْلَهَا وَأَخْرَجَ ضُحَاهَا
Ve agtaşe leylehâ ve ahrece duhâhâ.
Gecesini karanlık yapmış, gündüzünü aydınlatmıştır.
|
وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَلِكَ دَحَاهَا
Vel arda ba’de zâlike dehâhâ.
Ardından yeri düzenlemiştir.
|
أَخْرَجَ مِنْهَا مَاءهَا وَمَرْعَاهَا
Ahrece minhâ mâehâ ve mer’âhâ.
Suyunu ondan çıkarmış ve otlak yer meydana getirmiştir.
|
وَالْجِبَالَ أَرْسَاهَا
Vel cibâle ersâhâ.
Dağları yerleştirmiştir.
|
مَتَاعًا لَّكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ
Metâan lekum ve li en âmikum.
Bunları sizin ve hayvanlarınızın geçinmesi için yapmıştır.
|
فَإِذَا جَاءتِ الطَّامَّةُ الْكُبْرَى
Fe izâ câetit tammetul kubrâ.
34,35. Güç yetirilemeyen en büyük baskın geldiği zaman, o gün, insan ne uğurda çalıştığını anlar.
|
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْإِنسَانُ مَا سَعَى
Yevme yetezekkerul insânu mâ seâ.
34,35. Güç yetirilemeyen en büyük baskın geldiği zaman, o gün, insan ne uğurda çalıştığını anlar.
|
وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِمَن يَرَى
Ve burrizetil cahîmu li men yerâ.
Cehennem her bakanın göreceği şekilde gösterilir.
|
فَأَمَّا مَن طَغَى
Fe emmâ men tagâ.
37,38,39. İşte, azıp da dünya hayatını tercih edenin varacağı yer şüphesiz cehennemdir.
|
وَآثَرَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا
Ve âserel hayâted dunyâ.
37,38,39. İşte, azıp da dünya hayatını tercih edenin varacağı yer şüphesiz cehennemdir.
|
فَإِنَّ الْجَحِيمَ هِيَ الْمَأْوَى
Fe innel cahîme hiyel me’vâ.
37,38,39. İşte, azıp da dünya hayatını tercih edenin varacağı yer şüphesiz cehennemdir.
|
وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى
Ve emmâ men hâfe makâme rabbihî ve nehennefse anil hevâ.
40,41. Ama kim Rabbinin azametinden korkup da kendini kötülükten alıkoymuşsa, varacağı yer şüphesiz cennettir.
|
فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى
Fe innel cennete hiyel me’vâ.
40,41. Ama kim Rabbinin azametinden korkup da kendini kötülükten alıkoymuşsa, varacağı yer şüphesiz cennettir.
|
يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا
Yes’elûneke anis sâati eyyâne mursâhâ.
Senden kıyametin ne zaman gelip çatacağını sorarlar.
|
فِيمَ أَنتَ مِن ذِكْرَاهَا
Fîme ente min zikrâhâ.
Nerde senden onu anlatması?
|
إِلَى رَبِّكَ مُنتَهَاهَا
İlâ rabbike muntehâhâ.
Onun bilgisi Rabbine aittir.
|
إِنَّمَا أَنتَ مُنذِرُ مَن يَخْشَاهَا
İnnemâ ente munziru men yahşâhâ.
Sen sadece kıyametten korkanı uyaransın.
|
كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا عَشِيَّةً أَوْ ضُحَاهَا
Ke ennehum yevme yerevnehâ lem yelbesû illâ aşiyyeten ev duhâhâ.
Kıyameti gördükleri gün dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış olduklarını sanırlar.*
|